İğ’in Hikayesi

Yeni neslin adını bile duymadığı insanlık tarihi kadar eski İğ, Kirmen, Öreke ve Çıkrık’ın senkronize dansı ile büyüdüm ben… Kederini, sevincini, heyecanını büklüm büklüm büke büke, kirmana sara sara hayallerini iplik iplik dokuyan elleri nasırlı bir Türkmen Kadını’nın torunuyum.

Eski anılara duyduğum özlem belki de bu araştırmayı bana yaptıran, ya da; bir Türkmen Kadını’nı yadetmek benimkisi… Takvimlerin arasına sakladım anılarımı, onları çürümeye bıraktım birer birer…

İğ’in Hikayesi: 

Eski çağlarda iplik eğirme tanrısal bir iş sayılmıştır. Örneğin Tanrıça Frigga elinde bir iğ ile gösterilir. Orta çağlarda ise Hristiyan inancına göre ilk ipliği eğiren kişi Hz Havva Annemizdi. İplik eğirme kadının en asil görevlerinden biri sayılmıştır.

Asya kıtasından ip eğirme tekniğinin zaman içerisinde önce Avrupa’ya arkasından da tüm Dünya kıtalarına dağıldığı tarih kitaplarında yer almaktadır. Zamanla İğ’in yanına kirman ve öreke gibi aletler ilave edilmiş ve ipliğin senkronize dansı böylelikle bir bütünlük içerinde sağlanmıştır.

İpliğin daha da sağlamlaşması ve kalınlaşması için ise zaman içerisinde evlerde çıkrıklara da yer verilerek büküm işlemleri gerçekleştirilmiştir.

Yani kısacası insanlığın ilk buluşlarından olup; lifin ipliğe çevrilmesinin hikayesidir iğ… Ve bu hikayenin yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayandığı yine tarih kitaplarında belirtilmiştir. Bu konuda ki teknolojik anlamda ilk girişlimi XIV. Yüzyılda Çinniler yapmıştır. Büküm ve sarım aletlerini su çarkı ile çalıştırılmaya başlamış ve böylelikle iplik üretimini ilk teknoloji ile buluşturmuşlardır. Tam anlamıyla ise 1700’lü yıllarda Dünya genelini etkileyen teknolojik gelişmelerden tekstil sektörü de payını almıştır.

Ve Benim Hikayem:

Oysa ki benim hikayem iğ’in, Kirmen’in, Öreke’nin ve Çıkrık’ın ki kadar eski değildi…

Anneannem 2 ya da 3 kg kadar yünü ince ince dittikten sonra bir karış gelecek kadar incelterek iğ’in ucuna bağladı. Sağ bacağından destek alarak iğ çevirdikten sonra, yakın gözlüklerinin altından bakan buğulu gözleri ile dikkatlice yünü süzüyor ve kendi ekseni etrafında dakikalarca dönen iğ ile yünü incelterek eğiriyor, bir taraftan da kirmene sarıyordu. Yaklaşık yeni doğmuş bir bebek kafası büyüklüğünde ki iplik kelebini, beş şiş yardımı ile örerek çoraba dönüştürüyordu.

Henüz o yıllarda 6 ya da 7 yaşlarındaydım. Benim çocuk gözümde ne kadar da heyecanlı ve aşamalıydı bu işlem. Günler sürüyor ve başından sonuna bir emeğin hikayesine hayat veriyordu. Geçenlerde annemle, anneannemin ördüğü çorapları bulduk. Her bir ilmek inci tanesi gibi sıralanmış, kim bilir ne hayallere şahitlik etmiş ve nasırlı ellerin dert ortağı olmuştu. Şimdi bu çorapları kim giyerdi ki… Epey bi düşündük ve naftalın kokulu hakiki yün çorapları, takvimlerin içine hapsettik. Belki de çürümeye bıraktık.

Çözgünün ve atkının hikayesinde baş rol oyuncusu olan iğ’e saygılarımla…

Yazarın Diğer Yazıları

Yorum Bırakın

Gönder